Bir ülkenin gelirlerinin kimlerden nasıl toplanacağı, toplanan gelirden hangi kesimlere ne kadar pay ayrılacağının önceden belirlendiği bütçeler, siyasi iktidarın kimlerin ya da hangi sınıfın çıkarlarını temsil ettiğini gösteren en önemli ekonomik ve siyasal metinler olarak bilinmektedir.
Türkiye’de yıllardır, bütçe gelirlerinin büyük bölümü halktan toplanan vergilerden oluşmasına rağmen, bütçe harcamalarında halkın ihtiyaçlarından çok sermayenin ihtiyaçları öne çıkmış, ülke nüfusunun büyük bölümünü oluşturan işçi ve emekçilerin bütçeye ilişkin beklenti ve talepleri, önceki yıllarda olduğu gibi, bu yıl da göz ardı edilmiştir.
1980 sonrası oluşturulan merkezi yönetim bütçelerinin tamamı, ülke ekonomisini 24 Ocak 1980 kararlarının ideolojisine uygun olarak “rekabetçi” bir yapıda geliştirmeyi ve özellikle kamu hizmetlerini serbest piyasa mekanizması ile bütünleştirmeyi esas almıştır. Yıllardır halktan toplanan bütçe kaynaklarının (gelirlerin) büyük bölümü, halkın ihtiyacından çok, yerli ve yabancı sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. Bu durumu özellikle son 13 yıl içinde yapılan bütçe kanunlarında, somut olarak görmek mümkündür.
Türkiye, 13 yıllık AKP iktidarı döneminde büyük ölçüde yabancı sermaye girişine, başka bir ifade ile “sıcak paraya” bağımlı, yüksek cari açığın finansmanına dayalı bir büyüme stratejisi izlemiştir. Bu strateji bilimsel raporlarda “istihdamsız büyüme stratejisi” olarak adlandırılmaktadır. Türkiye G-20 ülkeleri içinde büyüme rakamları açısından dördüncü sırada bulunmasına rağmen, resmi işsizlik oranları uzun süredir yüzde 10’un üzerine yerleşmiş ve artma eğilimi göstermektedir. Genç işsiz oranının yüzde 20’ye dayanmış, uzun süreli işsizlik verilerinin tehlike sinyalleri vermeye başlamıştır.
Türkiye’nin temel ekonomik göstergeleri uzun süredir kriz sinyalleri vermektedir. AKP’nin çizmeye çalıştığı bütün pembe tablolara rağmen brüt iç ve dış borç stoku geçtiğimiz 13 yıl içinde belirgin bir şekilde artmıştır.
AKP Hükümetinin 13 yıllık bütçe pratiğine baktığımızda, istihdama yeterli kaynak ayırmak, asgari ücreti tamamen vergi dışı bırakmak, yüzde 70’e dayanan dolaylı vergileri azaltmak, temel tüketim malları üzerindeki KDV’yi sıfırlamak, ücretli emekçilerin temel ihtiyaçlarını karşılayacak ücret politikaları uygulamak gibi bir derdi olmadığı bellidir. Bu açıdan bakıldığında 2016 bütçesinin sadece rakamsal olarak değişiklik gösterdiği, 13 yıldır sürdürülen emek düşmanı, sermaye dostu politikaların 2016’da artarak sürdürüleceği anlaşılmaktadır.
2016’nın başından itibaren otomatiğe bağlanan vergi artışları, gıda, elektrik, su, ulaşım gibi temel tüketim ürünlerine peş peşe gelen zamlar, 2016’da işçilere ve kamu emekçilerine yapılan sembolik zamları fazlasıyla geri almıştır. Bu yönüyle bakıldığında 2016 bütçesi, halkın ödediği doğrudan ve dolaylı vergilerin belirgin bir şekilde artmasının öngörüldüğü, temel tüketim maddelerin yapılan zamların otomatiğe bağlandığı, askeri ve güvenlik harcamalarının belirgin bir şekilde arttığı, asgari ücretlilerin, işçilerin ve kamu emekçilerinin insanca yaşam taleplerinin göz ardı edildiği bir bütçe olarak dikkat çekmektedir.
2016 Bütçesinin Genel Görünümü
2016 Merkezi Yönetim Bütçesi 570 milyar 876 milyon TL olarak belirlenirken, Orta Vadeli Mali Planda Programda milli gelirin 2 trilyon 207 milyar TL (736 milyar dolar) olacağı açıklanmıştır. 2016 bütçe tasarısında yer alan bütçe ödenekleri içinde en fazla pay 153 milyar 347 milyon TL ile Maliye Bakanlığı’na ayrılırken, 1 milyonun üzerinde eğitim emekçisi (öğretmen, memur, teknisyen, yardımcı hizmetli vb) ve 17 milyondan fazla öğrenciye hizmet veren Milli Eğitim Bakanlığı’na 76 milyar 354 milyon TL bütçe ayrılmıştır. Hazine Müsteşarlığı bütçesi 56 milyar TL’si faiz ödemeleri olmak üzere 73 milyar 223 milyon TL’dir. Sağlık bütçesinin (Sağlık Bakanlığı + Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu + Türkiye Halk Sağlığı Kurumu) toplamı 25 milyar TL olarak belirlenmiştir.
2016 bütçe ödenekleri içinde en büyük payı sırasıyla cari transferler, personel giderleri ve faiz giderleri alırken, söz konusu giderlerin 2016 bütçesine oranı cari transferlerde yüzde 40, personel harcamalarına (personel giderleri + sosyal güvenlik devlet primi giderleri) yüzde 30, faiz giderlerinde ise yüzde 10’dur. 2016 bütçesinin toplamda yüzde 82’sini bu üç kalem oluşturmaktadır.
Maliye Bakanlığının resmi rakamları Türkiye’de vergi gelirlerinin çok önemli bir miktarının ücretinden, maaşından kaynakta vergi kesilen işçiler ve emekçilerden ve onların tüketimde ödediği KDV ve ÖTV den elde edildiğini göstermektedir. Vergi sisteminin yüksek gelirli kesimleri kapsam dışına alması, faiz, repo, kâr elde edenlerin ise ya istisna kapsamında tutularak vergi ödemediklerini ya da vergisini zamanında ödemeyip ceza affı beklediklerini de yine aynı rakamlardan anlamak mümkündür. Vergi yükünün daha çok düşük gelirli kesimler üzerinde yoğunlaşması sonucu mali yük artışları son derece dengesiz ve adaletsiz bölüşüme dönüşmüştür.
13 yıllık AKP iktidarı döneminde yapılan bütçelerin en belirgin özelliği halktan toplanan kamu kaynaklarının giderek artan oranda kamu hizmetleri dışındaki alanlara aktarılmasıdır. AKP’nin 2002 yılından bu yana Türkiye’nin 1995’te imzaladığı Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) taahhütlerini bire bir yerine getirmeye başlaması, kamu hizmetlerinin geçtiğimiz yıllar içinde adım adım tasfiye edilmesine ve hızla piyasa ilişkileri içine çekilmesine neden olmuştur. Geçtiğimiz yıllar içinde kamu kaynakları, asıl kullanılması gereken alanlara değil, yerli ve yabancı sermayeye, patronlara teşvik amaçlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak kamu hizmetlerine bütçeden ayrılan pay oransal olarak istikrarlı bir şekilde azaltılmıştır. 2002-2015 yılları arasında genel kamu hizmetlerine bütçeden ayrılan paya baktığımızda bu durum daha net olarak görülmektedir.
AKP’nin iktidara geldiği 2002’de kriz döneminde hazırlanan bütçeden kamu hizmetlerine ayrılan pay yüzde 42,3 oranında iken, ülke ekonomisinin en parlak dönemini yaşadığı iddia edilen 13 yılda, başta sağlık ve eğitim olmak üzere, kamu hizmetleri alanında yaşanan yoğun ticarileştirme ve özelleştirme uygulamalarının doğal bir sonucu olarak genel kamu hizmetlerine bütçeden ayrılan pay oransal olarak ciddi anlamda azalarak yüzde 25’e kadar düşürülmüştür. Tek başına bu veri bile, bütçelerin hangi sınıfın çıkarları doğrultusunda hazırlandığını açık bir şekilde göstermektedir.
Eğitim, Sağlık, Çalışma Bakanlığı, Diyanet Bütçeleri
2015 yılında 62 milyar TL olan Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi, hiçbir altyapı çalışması yapılmadan hayata geçirilen 4+4+4 düzenlemesinin de etkisiyle, 2016 yılı için 76 milyar 354 milyon TL’ye yükselmiştir. MEB bütçesinin yüzde 69’u personel giderleri, yüzde 11’i sosyal güvenlik devlet primi giderleri olmak üzere, toplamda yüzde 80’i doğrudan doğruya personelharcamaları için kullanılmaktadır. Eğitim bütçesi yıllar içinde rakamsal olarak artıyor gibi görünmesine karşın, eğitim yatırımlarına ayrılan payın azalıyor olması dikkat çekidir. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17 iken, 2016 yılı itibariyle bu oranın yüzde 8,23’e geriletilmesi öngörülmektedir.
Kamu kaynakları her fırsatta özel okullara “teşvik” adı altında aktarılırken, kendi kaderi ile baş başa bırakılan devlet okullarında çocuklarını okutan velilerin cebinden yaptığı eğitim harcamaları her geçen yıl istikrarlı bir şekilde artmıştır. Toplamda 17 milyonu aşkın öğrencinin olduğu Türkiye’de veliler her yıl eğitim bütçesinin yarısına yakın bir miktarda eğitim harcamasını cebinden yapmak zorunda bırakılmaktadır.
Sağlık Bakanlığı bütçesi ise 2013 yılından bu yana, Sağlık Bakanlığı, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu olmak üzere, üç parça halinde yapılmaktadır. Buna göre Sağlık Bakanlığına 2016 bütçesinden ayrılan pay 4 milyar 213 milyon TL, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’na ayrılan pay 11 milyar 951 milyon TL, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’na ayrılan pay ise 9 milyar 112 milyon TL’dir. 2015 yılında toplamda 20 milyar 214 milyon TL olan sağlık bütçesinin 2016’da 25 milyar 250 milyon TL olmasıöngörülmüştür.
Sağlık bütçesinin önemli bir bölümü sağlıkta dönüşüm uygulamalarına ayrılmakta, herkese eşit, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık hakkı yıllar içinde adım adım tasfiye edilmiştir. Özel sektörden mal ve hizmet alımlarının bu yılki sağlık bütçesi içinde belirgin bir şekilde artmış olması, halkın vergilerinin bir kez daha ilaç tekellerine ve özel sağlık kuruluşlarına aktarılacağının kanıtıdır. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2002-2014 yılları arasında sadece özel hastanelerin sayısı 271’den 550’ye çıkarak, oransal olarak yüzde 102 artış göstermiştir. Sadece bu rakam bile sağlık alanında yaşanan özelleştirmeyi anlamak açısından önemlidir.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) son olarak açıkladığı 2014 Sağlık Harcamaları Araştırmasına göre, hane halkları tarafından yapılan cepten sağlık harcamasının toplam sağlık harcaması içindeki payı, 2013 yılında yüzde 16,8 iken, 2014 yılında yüzde 17,8’e yükselmiştir. Sağlıktaki ticarileştirme ve özelleştirme politikalarına paralel olarak her geçen yıl istikrarlı bir şekilde artış gösteren cepten yapılan sağlık harcamalarının 2016 yılında yüzde 20’yi zorlaması kaçınılmaz görünmektedir.
Çalışma yaşamının sorunları ve iş cinayetleri ile uzun süredir gündemde olan Çalışma Bakanlığı bütçesinin 2011’de 35 milyar TL olan bütçesi, yıllar içinde artan işçi sayısına rağmen 2016’da 38 milyar TL olarak öngörülmüştür. ÇSGB bütçesinin yeterince arttırılmaması, 2016 yılında daha fazla iş cinayeti, daha fazla taşeron istihdamı ve sendikal hak ihlali yaşanmasına resmen davetiye çıkarmaktadır.
Türkiye’de dini devlet tekeline alan ve ilk kurulduğu yıllardan itibaren Sünni-Hanefi mezhebinin resmi temsilcisi gibi hareket eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2015’te 5 milyar 743 milyon TL olan bütçe payı, 2016 yılı için 6 milyar 483 milyon TL’ye çıkarılarak, her yıl olduğu gibi bu yıl da çok sayıda bakanlığı geride bırakmıştır.
Güvenlik ve savaş bütçesi
2016 Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı, aynı zamanda, tam anlamıyla bir güvenlik ve savaş bütçesi olarak hazırlanmıştır. Türkiye’nin içeride ve dışarıda savaş ve şiddet politikalarında ısrarcı olduğu, 7 Haziran seçimleri sonrasında başlayan çatışmalı sürecin, 1 Kasım ile birlikte topyekun bir savaş stratejisine dönüştürülerek derinleştirildiği bir dönemde hazırlanan 2016 bütçesi bir taraftan işçi ve emekçileri ağır vergi yükü altında ezmeyi hedeflerken, diğer taraftan savunma ve güvenlik harcamalarındaki belirgin artış üzerinden başta bölge illeri olmak üzere, tüm ülkede baskıcı, otoriter bir yönetim anlayışını yerleştirmeyi hedeflemektedir.
|
2015 Bütçesi
|
2016 Bütçesi
|
Milli Savunma Bakanlığı
|
22.764
|
26.451
|
Emniyet Genel Müdürlüğü
|
17.623
|
21.141
|
İçişleri Bakanlığı
|
3.898
|
4.794
|
Milli İstihbarat Teşkilatı
|
1.108
|
1.637
|
Jandarma Genel Komutanlığı
|
6.490
|
8.277
|
TOPLAM
|
51.883
|
62.300
|
Türkiye, yıllardır yüksek savunma ve güvenlik harcamaları açısından dünyada ilk on ülke içinde yer almaktadır. Yıllardır sadece Milli Savunma Bakanlığı bütçesini esas alarak yapılan ‘savunma bütçesi azalıyor söylemi’ halkı kandırmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Savunma ve güvenlik bütçesinde 11 milyar TL’lik artış öngörülerek, toplamda 62 milyar 300 milyon TL’yi bulması, 2016 bütçesinin aynı zamanda yeni bir savaş bütçesi olarak oluşturulduğunu göstermektedir.
2015’te savunma ve güvenlik bütçesi toplamda 51 milyar 883 milyon TL ile 2014’e göre 2 milyar TL’nin biraz üzerinde artarken, hükümetin 2016 yılında savaş politikalarında ısrarcı olacağını gösterircesine savunma ve güvenlik harcamalarını geçen yıla göre yüzde 20 gibi yüksek bir oranda arttırması dikkat çekicidir. Üstelik bu rakamlara Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığa bağlı örtülü ödenek olmak üzere, iç ve dış güvenliğe ilişkin bazı kalemler ve kayıtlara geçmeyen kimi harcamalar belirtilen rakamlara dahil edilmemiştir. Savunma ve güvenlik harcamalarının 2016 merkezi bütçesinin yüzde 11’ini oluşturmasının temel nedeni, AKP’nin içeride ve dışarıda izlediği güvenlik ve savaş politikalarından bağımsız ele alınamaz.
Kaynaklarını önemli ölçüde halktan almasına rağmen tamamen sermayenin, yerli ve yabancı tekellerin çıkarlarını gözeten, çeşitli kalemlerde (İçişleri, emniyet, jandarma, istihbarat vb) savunma harcamalarına ayırdığı paydaki belirgin artış ile 2016 bütçesi doğrudan bir savaş bütçesi olarak da adlandırmayı hak etmektedir.
Sonuç
2016 Merkezi Yönetim Bütçesi, tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi, yerli ve yabancı sermayenin çıkarlarını gözeten yapısıyla, gittikçe yoksullaşan, işsizliğin, yoksulluğun ve sefaletin pençesinde yaşam mücadelesi veren emekçilere yüklenen dolaysız ve dolaylı vergilerle ön plana çıkmaktadır. Özel sektöre yönelik kaynak transferleri, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin adım adım tasfiye edilmesi ve kamu yatırımlarındaki azalmanın sürdürüldüğü bu bütçe ile 2002 yılından bu yana süren sermayeye dost, emekçiye düşman çizgi, daha da belirgin hale gelmiştir.
2016 bütçe tasarısı, dünya ve Türkiye ekonomisinde iç ve dış borçlarla ilgili tehlike çanlarının çalmaya başladığı, kamu istihdamının esnek ve güvencesiz bir içerikte yeniden yapılandırılmak istendiği, eğitim ve sağlık gibi temel sosyal alanlarda yaşanan ticarileştirme ve piyasalaştırma uygulamaları, vergi adaletsizliği, gelir dağılımının daha da bozulması ve bölüşüm politikalarının işçi ve emekçiler aleyhinde oluşturulmak istendiğinin ilanı niteliğindedir.
Merkezi yönetim bütçesi üzerinden tartışılan kaynakların toplumsal sınıflar arasında nasıl bölüşüleceği sorunu, kaynakların yeterli olup olmamasından çok, doğrudan kaynaklar üzerinde söz sahibi olan sınıfın ve onun siyasal temsilcilerinin tutumuna ve bu tutuma karşı yürütülen örgütsel ve kitlesel mücadelelere bağlıdır.
Büyük bir kısmı işçi ve emekçi halktan alınan dolaylı ve dolaysız vergiler yoluyla elde ettiği gelirlerden oluşan bütçenin paylaşımının nasıl olacağını belirleyecek olan doğrudan doğruya karşıt sınıfların gücü ve yürüttükleri mücadeledir. Söz konusu mücadele süreci sadece ekonomik düzeyde değil, toplumsal, siyasal ve ideolojik yönleriyle daha da sertleşmenin işaretlerini bugünden vermektedir. Bu açıdan bakıldığında 2016’da sınıflar arası güç ilişkileri ve mücadelenin seyri, bütçe kaynaklarının nasıl bölüşüleceğine temel belirleyici olmayı sürdürecektir.