Eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yaygınlaştırılan ve eğitim sistemi üzerinden din ve inanç istismarına dayanan uygulamalar artarak sürmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı eğitimde yıllardır acil çözüm bekleyen sorunları bir tarafa bırakıp, eğitim sistemi üzerinden toplum içinde yeni ayrışmalar ve kutuplaşmalar yaratacak uygulamaları hayata geçirmeye başlamıştır.
Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’nde geçtiğimiz günlerde yapılan değişiklikle her lisede ibadethane (mescit) açma zorunluluğunun getirilmesinin ardından, ortaokullarda ve liselerde başörtüsünü serbest bırakan bir değişiklik daha yapmıştır. Siyasi iktidar, yıllardır eğitimde yaşanan ve içinden çıkılmaz hale gelen sorunların üzerini örtmek için yine din ve inanç istismarına soyunmuş, iç ve dış politikada yaşanan çözümsüzlüğün üzerini örtmek için bir kez daha başörtüsüne sarılmıştır.
Yıllardır demokratik, bilimsel ve laik eğitim isteyenlerin öncelikli talebi olan zorunlu din derslerinin kaldırılması konusunda adım atılmamış, bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, farklı inanç gruplarına tek bir dini inancın ve tek bir mezhebin zorla öğretilemeyeceğine hükmederek Türkiye’yi bir kez daha mahkum etmiştir. Okullarda başörtüsü serbestliği kararının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin zorunlu din dersinin kaldırılması kararının hemen arkasından alınmış olması dikkat çekicidir.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine göre 18 yaşına kadar herkes çocuktur. MEB’in bu kararı, çocukların kendi özgür iradeleriyle karar veremediği, aile, toplum ve iktidar baskısının bu kadar yoğun ve belirleyici olduğu bir dönemde, özellikle kız öğrenciler için yeni baskılar ve dayatmaları gündeme getirecektir. Üstelik söz konusu baskı ve yönlendirmeler sadece bununla sınırlı değildir.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir okulda, okul yöneticileri tarafından bütün kız öğrencilerin derslere başörtüsü ile girmeye zorlanmasına itiraz eden üç Eğitim Sen üyesi öğretmen sürgün edilmiştir. Halkın karşısına her çıktıklarında özgürlükten bahsedenler, öğrencileri belli bir dini inanca göre giyinmeye zorlayan eğitim yöneticilerinin okullardaki baskıcı uygulamaları karşısında sesini çıkarmamaktadır.
Özellikle eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında, eğitime yönelik doğrudan siyasi müdahaleler artmış, eğitim müfredatının içeriğinin değiştirilmesinden siyasi kadrolaşmaya, öğrencilerin kılık-kıyafetinden hangi dersleri seçeceğine kadar her alanda baskıcı uygulamalar artarak sürmüştür. Türkiye’nin her yerinde normal ortaokullar içinde imam hatip sınıflarının açılması, okulların bölünmesi, doğrudan inanç istismarı şeklinde gündeme getirilen her lisede ibadethane (mescit) açılmasının zorunlu hale getirilmesi, okullarda velileri ve öğrencileri karşıya getirmeye başlamıştır. Son karar, siyasi iktidarın toplumda yarattığı kutuplaşmanın benzerini okullarda, hatta sınıflarda yaratmaya çalışıldığını göstermektedir.
Devletin eğitim sistemini yıllardır yaptığı gibi “tek din, tek mezhep” anlayışıyla, toplumsal yaşamı ve eğitim sistemini belli bir inancın kurallarına göre biçimlendirmesi ve bunun için kurallar koyması doğru değildir.
Eğitimin acil çözüm bekleyen sorunları ortada dururken, eğitim sistemine ilişkin tartışmalarda zorunlu din dersleri, imam hatipler, başörtüsü vb sorunların sürekli tartışma konusu yapılması, Türkiye’de dinin, devlet eliyle eğitimin merkezine yerleştirilmesinin somut bir sonucudur. Sadece bu tartışmalar bile devletin eğitimi dini kurallara göre biçimlendirmesinin ne kadar sakıncalı olduğunu görmek açısından yeterlidir.
Dini kurallara göre biçimlendirilen bir eğitim anlayışı insanları inanan ya da inanmayan, dindar ya da dinsiz, ibadet eden ya da ibadet etmeyen vb gibi kategorilere ayırarak, bir kısmını üstün ve değerli, diğerlerini ise değersiz kabul edebilmektedir. Bu şekilde toplumda giderek derinleşen ayrışmaların, eğitimin dini kurallara göre düzenlenmesi ile daha da derinleşmesi, özellikle kız öğrenciler üzerindeki baskı, denetim ve yönlendirmelerin artması kaçınılmazdır.
Siyasi iktidarın “Yeni Türkiye” projesinde din ya da inanç alanı, devletin her fırsatta toplum mühendisliği yaparak müdahale ettiği bir alan haline gelmiştir. Bu süreçte eşit yurttaşlık ilkesi yok sayılmakta, sınıfsal çatışmaların üzeri örtülmek istenmekte, halkın bir kesimi inanç istismarı üzerinden egemen politikalara yedeklenmektedir.
Gerçekten laik bir ülkede, bütün din ve inançtan insanlar, eşit koşullarla, aynı kurallara uymak durumundadır ve hiç kimseye ya da gruba dinsel ayrıcalık ve üstünlük tanınamaz. Laikliğin temelinde farklı inanç ve dinlerdeki insanlar arasında eşitliğin sağlanması vardır. Bunu yapabilmek için laik devlet tüm din ve mezheplere aynı mesafede durmak, dine bakışında mutlak olarak tarafsız olmak zorundadır. Devlet gerek eğitim sistemini, gerekse toplumsal sosyal yaşamı örgütlerken bunu asla dini kurallara ya da referanslara göre yapmamalı, kendi siyasi çıkarları için öğrencilerimizi kullanmamalıdır.